Tarihi Eserler

KADİFEKALE

M.Ö. 541'de Pers kralı Krüs'ün, Lidya kralı Krezüs'ü yenmesi ile başlayan Pers egemenliği İskender'in M.Ö.334'de Ege kıyılarına çıkışına kadar tüm İyon yerleşimlerinde devam etmiştir. İskender'in Anadolu'ya çıkışı ve Pers egemenliğine son vermesi üzerine bölgede Helenistik dönem başlar. (M.Ö. 334-133) Helenler beraberlerinde kendi şehircilik anlayışlarına uygun şehirleşme projeleriyle gelirler. Helenlerin istediği, Efes, Bergama, Rodos, İskenderiye gibi zamanın ticarette ve liman işletmesinde ileri gitmiş şehirleri ile boy ölçüşebilecek bir şehirdir. Böylece bir şehrin eski İzmir'de kurulması hem konum ile hem de alanın küçüklüğü nedeniyle imkansızdı. Bunun üzerine İskender, bugün Kadifekale olarak bilinen Pagos tepesi ve eteklerine yeni şehri kurmayı düşünür. Bu yeni İzmir'in kuruluşunda İskender'in Pagos Tepesinde gördüğü rüyanın yorumuna dayanmak yerine, dönemin deniz ve karada gelişen ticari potansiyelinin gelişmesinin dayattığı zorunluluk nedeniyle burada kurulmuş olduğuna inanmak, günümüz için çok daha bilimsel bir yaklaşımdır. İskender'in ölümünden sonra generalleri arasında ortaya çıkan çekişme nedeniyle proje bir süre sürüncemede kalır. Nihayet, rakibi general Antiganos'u M.Ö.302'de öldüren Lysimachos yeni İzmir'in kuruluşunu gerçekleştirir. Şehri Pagos tepesi ile İç Limana bakan yamaçlarda kurmaya başlar. Böylece 400 yıl önce Lidyalıların istilası ile yurtlarından edilen Meles Çayı etrafında küçük köysel yerleşimlerde yaşayan Homeros'un hemşehrisi İzmirliler, İzmir'e gelip yerleştiler.

Kaynakların bazılarında Pagos tepesinde Lysimachos öncesinde Leleglerce kurulu bir yerleşim bulunduğu ve depremle yerle bir olduğu, Lysimachos'un burayı tamir ederek yeni İzmir'i kurduğu belirtilse de yapılan kazılarda bu düşünceyi destekler buluntuya pek rastlanamamıştır. Bulunan eserler Helen, Roma ve Osmanlı Türk uygarlıkları karakterlerini taşımaktadır. Akropol kalıntılarının temel bölümünde Helenistik, yükselen duvarlarda ise sıra ile Roma ve Bizans etkisinin gözlendiği kazı sonuçlarında belirtilmektedir. O dönemde şehrin saldırılara sürekli maruz kalması, sürekli savaşlar yüzünden güvenli surlarla çevrilmesi gereği vardı. Bunun üzerine bugün Kadifekale'de izlerine rastlanan Akropol'den itibaren birisi Basmane (Sart yolu) diğeri Eşrefpaşa (Efes yolu) üzerinden denize inen iki sur yapılır. Anadolu ticaretinde, dönemin en büyük potansiyeline sahip olan İzmir, su kemerleri, gimnasion'u, stadyumu, tiyatrosu ve agorası ile son derece gelişmiş ve düzenli bir kent olarak imar edilir. Pagos'ta yer alan tiyatro 16000 kişilik olup, kuzeye bakan seyirci tribünü denize karşı romantik ve muhteşem bir manzara sunar. 1638'e kadar tiyatronun duvarlarının ayakta olduğu bilinmektedir. Tiyatroda Claudius adına bir kitabenin bulunuşu Roma döneminde onarım gördüğünü kanıtlamaktadır.

Lysimachos'un başlattığı yeni İzmir şehirleşmesinin yayıldığı yamaçlar iç limana uzanıyordu. O dönemde iç liman, bugünkü Başdurak Camii ile Hisar Camii arasını kapsıyor ve agoraya kadar uzanıyordu.

Strabon'a göre de şehir bu iç limana ve denize tümüyle hakim bir konumda bulunuyor ve hatta iç liman ağzı zincirle kapanıyordu. Birbirini dik kesen ve kemerlerle süslenmiş sokaklarıyla, stadyumu topluma açık meydanları ve agorasıyla şehir çok düzenli bir plan çerçevesi içinde kurulup gelişmiştir. Kale içerisinde kanallar ve depo yeralmaktadır. Bu kanallar ve deponun saldırılar esnasında şehrin su ihtiyacını karşılamak amacına yönelik olduğu sanılmaktadır. M.Ö. 178 depreminde tüm şehrin yıkılması ve iç limanın da kısmen kapanmasına rağmen Roma İmparatorluğunca İzmir'in taşıdığı önem gereği kısa sürede tüm yapılar eskisinden daha iyi bir şekilde onarılır yada yeniden yapılır

Ortaya çıkan yapılar artık Helenistik bir karakter değil Roma damgası taşır. İzmir'in iç kalesi olarak işlev gören Pagos Tepesi 1317'den bu yana Türklerin elindedir. 1079'da Selçuklu Sultanı Kutalmışoğlu Süleyman Bey tarafından ilk kez ve ardından 1081'de Çakabey tarafından alınan İzmir, 1317'ye kadar zaman zaman bir Bizanslılar, bir Türkler tarafından alınır. Nihayet bu tarihte Aydınoğlu Mehmet Bey Kadifekale'yi kesin olarak bir daha geri verilmemek üzere alır.

18. yüzyıla gelinceye kadar yerleşim yeri olarak kullanılmayan Kadifekale zamanla harabeye dönüşür ve bu yüzyıldan itibaren de taşları alınıp, aşağıdaki şehirleşmede kullanıldığından, tiyatro stadyum gibi büyük yapılar yok olmuştur. Bugüne belli belirsiz izleri gelebilmiştir.

18. yüzyıldan sonra Kadifekale tekrar yerleşime açılır; camiler, sarnıç ve yollar ile Osmanlı Türk karakterli yapılaşmalar görülür. Bugüne kadar bu devrin eserlerinin kalıntıları belirsiz olarak gelebilmiştir. Çünkü bu devrin eserleri, gerekse antik kalıntılar, doğal tahribatın yanı sıra çok yoğun iskan nedeniyle sıkışıp kalmıştır.

AGORA

İzmir'in Namazgah semtinde bulunan Agora, mevcut görünümüyle Roma dönemine aittir. Agora antik dönemlerde politik toplantıların ve halkın alışveriş yaptığı bir yerdir. İzmir Agora'sı yalnız alışveriş için bir Pazar yeri değil, ticari olmaktan çok, bir devlet agorası görünümündedir.

İzmir M.S.178'de depremle yerle bir olunca, İmparator Marcus Aurelius'un özenli çalışmalarıyla bugünkü agora yeniden inşa edilmiştir.

Günümüze kadar aralıklarla yapılan kazılarda büyük bir bölümü açığa çıkarılan İzmir Agora'sının dikdörtgen formda, ortada geniş bir avlu etrafında sütun ve kemerler üzerine inşa edilmiş, üç katlı ve önünde merdiveni olan bileşik bir yapı olduğu anlaşılmıştır. Bugün İzmir Arkeoloji Müzesi'nde teşhir edilen Poseidon-Demeter ve Artemis'ten oluşan kabartma grubu Kuzey Kapısı'nda bulunmuştur.

KEMERALTI ÇARŞISI

Kemeraltı Çarşısının geçen yüzyıllarda başlangıcını oluşturan Anafartalar Caddesi, Mezarlıkbaşı semtinden itibaren deniz cephesini içine alan bir kavis çizerek Konak alanına ulaşır. Sözü edilen bu kavsin oluşmasındaki neden, caddenin geçen yüzyıllardaki iç limanın etrafında yer almış olmasından kaynaklanmaktadır. Liman, ağzına doğru doldukça yeni yerleşim ve ticaret sahaları açılmış ve buraları yeni binalarla değerlendirilmiştir.

1592 yılında kale kapısı önüne Hisar Camii inşa edilmiştir. 1650-1670 yılları arasında limanın bir bölümü doldurularak bir Çarşı kurulmuştur. 1744 yılında da Kızlarağası Hanı inşa edilmiştir. Daha sonraları, Hisar'ın iç limanın ön tarafı doldurulmak suretiyle rıhtım inşa edilmiş ve sahile bugünkü şekil verilmiştir.

Kemeraltı Çarşısı, Mezarlıkbaşı semtinden Konak'a kadar,yukarıda sözü edilen bölgenin etrafında şekillenmiştir. İlk yapıldığı yıllarda çarşı, kısmen tonozlu, kiremit örtülü yan sokakları ve arastalarıyla bir kapalı çarşı görünümündeydi. Yakın yıllara kadar, Şadırvanaltı Camiinden Havra Sokağına kadar devam eden sokakların üstü örtülü durumunu korumaktaydı. Çarşı, Kemeraltı adını bu bölümünün üstünün kapalı olması özelliğinden almıştır.

Çarşıya dik olarak açılan bugünkü küçük sokakların bir bölümünün üstü, beşik tonozlarla örtülü bulunuyordu. Bunlara da açılan diğer ara sokaklarla birlikte arastalar oluşmaktaydı. Çarşı içinde pek çok han bulunuyordu.

Geçen yüzyılda, eski liman sınırını teşkil eden Anafartalar Caddesi-Gazi Bulvarı kavsinin iç kısmında kalan ve eski hanların, bedestenin yoğun bir şekilde yer aldığı bölge, daha çok yerli halka orta ve düşük gelirli ailelere hitap eden ticari kullanışlara ve el sanatı aktivitelerine ayrılmıştı. Demirciler, kömürcüler, çiviciler, baharatçılar, saman pazarı gibi adlar taşıyan ve gerçekten de bu aktiviteleri barındıran sokaklar, bir anlamda çeşitli iş kollarının fiziki mekanda gruplanmaları olayını yansıtmaktadır.

Günümüzde de Kemeraltı Çarşısı İzmir'in en önemli alış-veriş merkezidir. Eskinin gizemli tonoz ve kubbeli dükkanlarının yanı sıra, modern iş merkezleri, mağazaları, sinemaları ve kafeteryaları ile her türlü alış-verişe hitap edebilen bir site görünümündedir.

Bu çarşıda geleneksel Türk el sanatlarından seramikler, çini panolar, ahşap ürünleri, tombaklar, halı ve kilimler, deri ürünlerinin her çeşidini bulmak mümkündür.

KIZILÇULLU SU KEMERLERİ

Eski adı Kızılçullu olan ve Şirinyer'de bulunan su kemerleri Meles (Kemer) çayı üzerindedir ve Kadifekalede kurulan kente su getirmek için yapılmıştır. Geç Roma dönemine ait iki sıra halindeki kemerlerin yapımında taş, tuğla ve Roma harcı kullanılmıştır.Bu kemerler Bizans, Selçuklu ve Osmanlılar tarafından onarım görmüş ve uzun süre kullanılmıştır.

KIZLARAĞASI HANI

İzmir için önemli yapılardan biri Kızlarağası Hanı'dır. Yapının 1745 yılında tamamlandığı sanılmaktadır. Yapımı hakkında kesin bilgiler olmamakla birlikte, yaptıran kişinin Kızlarağası Hacı Beşir Ağa olduğu bilinmektedir. İzmir Liman Kalesi'nin hemen arkasında, 1744 yılında hanın inşasına başlanır ve 1745 yılında tamamlanır. Han, döneminde önemli bir boşluğu doldurmuştur. Bugünkü Yemişçiler ve Halim Ağa Çarşısı ile anılan yerde olup, ana cephesi Keresteciler Sokağı'na açılmaktaydı. Günümüzde burası 871 sokaktır. Osmanlı mimarisinin günümüze gelen, İzmir'deki nadir eserlerinden olan han, diğer hanlar gibi genelde kare bir forma sahiptir. Binanın içinde dikdörtgen ve geniş bir avlunun ortasında geleneksel olarak bir şadırvan ve havuz bulunması gerekmektedir. Günümüzde böyle bir alan mevcut değildir. Han, hemen her uzun mesafe hanında olduğu gibi iki katlı idi Üst katta galeriye açılan odalarda yatmak isteyenler konaklar, zemin katta ise üst kısmın sade yaşamının tam tersi görülürdü. Yükleriyle develer, tüccarlar ile hizmetkarların kalabileceği odalar, malların boşaltıldığı ve pazarlandığı dükkanlar ile pazarlık yapan insanlar bulunurdu. Han, limana yakın olması, sebebiyle, her zaman canlı kalmıştır. Han belli dönemde bir tür borsa gibi de çalışmış, özellikle iç avluya dönük dükkanlarda bu işler yoğun olarak yapılmıştır. 18. ve 19. yüzyıllarda, teknolojinin ulaşım alanında çeşitli değişikliklere yol açması ve ekonomik hayatın zaman zaman yer değiştirmesiyle birlikte Kızlarağası Hanı da yavaş yavaş önemini kaybetmiştir. Han, gece konaklamaların sona ermesinden sonra, sadece malların indirildiği ve depolandığı bir yer durumuna gelmiştir.

1993 yılında restore edilerek günümüzde turistik bir çarşı olarak hizmete giren Kızlarağası Hanı'nda çok çeşitli el sanatları ürünlerini, halıları, deri kıyafetleri ve çarpıcı hediyelik eşyaları bulabilir ve hanın tam ortasındaki açık çay bahçesinde mistik havayı içinize çekerek yorgunluğunuzu atabilirsiniz.

İzmir'in eski anıtsal yapılarından bir diğeri de HİSAR CAMİİ'dir. Aydınoğlu (Molla) Yakup Bey tarafından 16. yüzyılın sonlarında yaptırılmıştır. Belgelerde yapılış tarihi olarak 1592 ve 1598 olarak geçen Camii'nin ortasında merkezi büyük kubbe ve iki yanda uzunlamasına ikişer kubbe bulunmaktadır. Son cemaat kısmı 7 kubbeli bir revaktan oluşur.

Bahçe duvarı ile öndeki iki şadırvanlı meydandan ayrılan dar uzun harimi, bir geçitle güneye uzar. 1813, 1881, 1927 ve 1980 yıllarında onarım gören cami, güneyden ve batıdan payanda kemerleri ve duvarlarıyla desteklenmiştir. Dekorasyon 18 ve 19. yüzyılların etkisi ile zenginleştirilmiştir. Sütun başlıklarında, pencere üzeri ve cephe süslemelerinde mihrap, minber ve vaiz kürsüsünde Avrupa sanatsal etkilerini görmek mümkündür.

DÖNERTAŞ SEBİLİ

Anafartalar Caddesi ve 945 sokak kesişiminde konumlanan Dönertaş Sebili, kösesindeki sütunun dönmesinden dolayı bu adı almıştır. 1814 yılında yapılan sebilin banisinin Osmanzade Seyyid İsmail Rahmi Efendi olduğu düşünülmektedir. Yapı, İzmir'in en güzel ve bakılı sebillerindendir.

Dörtgen planlı sebilin üstü kubbeli olup, alaturka kiremit kaplıdır. Her iki sokak cephesinde birer pencere ile 945 sokakta hazneye giriş sağlayan kapı vardır. İki pencere arasında ve köşeye konan, süslü başlıklı, geçmişte dönen yuvarlak mermer sütun cephenin çarpıcı bir ögesidir. Mermer kaplı cephe, bitkisel motifler, manzara ve hat bezemeler ile süslenmiştir.

SAAT KULESİ

1901 yılında Sultan Abdülhamit' in tahta çıkışının 25.yıldönümü nedeniyle ve padişahın emri üzerine, Sadrazam Küçük Sait Paşa tarafından yaptırılmıştır.Son derece zarif görünümüyle Konak Meydanını bir inci gibi süslemektedir. Teras yükseldikçe incelen sivri kemerleri, kubbecikleri, mukarnas işçiliği ve geometrik figürlerle donatılmış olan taş işçiliğinin dantele gibi bir zarafet içinde Saat Kulesi'ni çevrelemesi, oldukça zengin bir görüntü oluşturmaktadır. Kulenin saati Alman İmparatoru II.Wilhelm tarafından armağan edilmiştir. İzmir'in sembolü olarak kabul edilen Saat Kulesi'nin altında bulunan odanın dört köşesinde çeşmeler bulunmaktadır.

HÜKÜMET KONAĞI

1868-1872 yılları arasında yapılmış olan Hükümet Konağı Türklerin ulusal bağımsızlık savaşı olan Kurtuluş savaşında çok önemli bir yere sahiptir. Çünkü 9 Eylül l922'de Türk ordusunun İzmir'e gelmesiyle Hükümet Konağına çekilen Türk bayrağı aynı zamanda İzmir'in kurtuluşunu simgeler. Bu nedenle Konak yakın tarihte yandıktan sonra yeniden yaptırılmıştır. Bunun için düzenlenen mimari proje yarışmasında bayrağın çekilmiş olduğu balkonlu bölümün korunması ön görülmüştür.

ST.POLYCARP KİLİSESİ

St. Polycarp Kilisesi M.S. 155 yılında inancından dolayı Romalılar tarafından bugünkü Kadifekale yakınında bulunan stadyumda 86 yaşında şehit edilen St. Polycarp adına yapılmış olup, İzmir'in en eski kilisesidir. Yapımı 1625 yılına kadar uzanmaktadır. Osmanlı imparatoru Sultan Süleyman'ın izni ile inşa edilmiştir.

BET - ISRAEL SİNAGOGU

On sekizinci yüzyılın ikinci yarısında İzmir şehrinin gelişmeye başlaması ile birlikte Museviler de bazı sosyal değişiklikler görülmüştür. O tarihe kadar Musevi cemaatinde görülen sosyo - ekonomik çöküş batılı Musevi Kuruluşların da desteği ile durdurulmuştu. Cemaat üyelerinin şehrin ticari potansiyelinden tekrar önemli paylar alması ile de İzmir de Musevi Burjuva sınıfı oluşmuştu. Bu yeni sınıfın büyük kısmı şehir merkezindeki geleneksel Musevi mahallesinden taşınmıştı. Pek azı zamanın önemli kısmı Frenk mahallesine göçmüş, önemli kısmı şehrin batısındaki Karataş Karantina, Göztepe yönünde yerleşmişlerdi.

On dokuzuncu y.y sonunda İzmir'in Toplam nüfusu 250.000 Musevi nüfusu 25000 idi. 15 adet sinagog ile 50 civarında midraşim faaliyet gösteriyordu.

Zamanın büyük hayır severi Nisim Levi Bayraklı Karataş 'ta Bet Levi ve Yukarı Karataş'ta Bet Ester adındaki iki küçük sinagog inşaa ettirdi Bu zat aynı zamanda Karataş Musevi Hastanesi ile semtte adını veren "Asansör"ü inşaa ettirmiştir.

Bu iki sinagog ihtiyaca cevap vermeyince, yeni bir sinagog inşası yer ve tahsisi için Vilayet Makamına müraacat edildi. Osmanlı yasalarınca gereğince bir sinagogun bir sinagogun tamiri ve inşası için ilgili makama başvuruda bulunmak ve izin almak gerek idi. Başvuruya 14 Şubat 1320 (1904) 'de olumlu cevap verilmiş ve ruhsat niteliği taşıyan Sultan II. Abdülhamit 'in fermanı ile tahsis edilen devlet arazisinin cemaat zenginliklerinden temin edilecek para ile satın alınacağı , binanın 35 santranç uzunluk 20,5 santranç genişlik ve 12 arşın yükseklikte kagir olarak yapılacağı (920 m2 arsa üzerinde 717.5 m2 bina ) 1200 altın lira'ya malolacağı ve bu maliyetin tümünün Cemaat ve üyelerinden tahsil edilecek para ile karşılanacağı hükme bağlanmıştır.

İnşaata 1905 yılında başlanmış ve 5668 - 1907 'den itibaren Sinagog kullanımına açılmıştır. Gerek Osmanlı İmparatorluğunun genel ekonomik krizleri gerekse İtalya'dan getirilen zanaatkar ve malzeme maliyetindeki artışlar nedeni ile kullanıma açılmasına rağmen inşaat ve iç tenziyatların uzun yıllar devam ettiği anlaşılmaktadır. Sinagog 1950'ler ortalarında Gizbar Avraam Ribi zamanında bugünkü haline getirilmiştir.

Sinagogun en güzel tarafı ahşap süslemelerdir. Masif Maun 'dan İnşa edilmiş olan iki adet Tevah (Bimah) ile Ehal Akodeş bloku o devrin en meşhur ustaları tarafından yapılmıştır. El yazması Tevratların saklandığı Ehal Akodeş 'in sürme kapıları üzerinde Tevratta bahsi geçen ve Tu Bişvat gününde yenmesi gelenek olan meyvelerin kabartmaları dikkat çekicidir.

Sinanogun alt kısımları erkeklere üst kısmı hanımlara tahsis edilmiştir. Erkekler kısmı 400 kişi için tasarlanmış olup aradaki boşluklar ile giriş holüne sandalyeler konarak 600 kişiye hizmet verecek şekilde hizmet verecek şekilde düzenlenmiştir. Yapı sitili ve oturma planı ile geleneksel Türk Musevi tarzı dışına çıkılmıştır. Özellikle Ehal Akodeş'in doğuda değil de güneyde olması dışarıdan gelenleri şaşırtır. Sinagog tavanın başlangıçta tüm kubbeli planlandığı ancak maddi imkansızlıklar nedeniyle merkezde mevcut küçük kubbesi ile yapıldığı eskiler tarafından aktarılmaktadır. Sinagog içinde doğu yönünde kalan oda daha sonra "Yeşiva" olarak düzenlenmiş ve hahamlar burada düzenledikleri oturumlarda Tevrat - Talmut ve içtihatları üzerinde önemli fikri çalışmalar yaparak öğrenciler yetiştirmişlerdir.

Burası aynı zamanda Yahidler için alternatif sinagog olarak düzenlenmiş ve özellikle Cumartesi ve kutsal gün sabahları Şahritte İkinci Aftara imkanı Yeşiva da sağlanmıştır.

Sinagog ön girişinde sağ üstte açılış yılı olan 5668 rakamı ve sol üstte Şaday (Tanrı) yazıları dikkat çeker Alt taraftaki mermer kaidelerde ise 1925 yılında oluşturulan iç tüzük uyarınca teberuruda bulunmuş kişilerin adları yazılıdır. Bu kişilerin isimleri aynı zamanda Sinagog Anı Defterinde de mevcuttur.

Onları Erev Kipur Kal Nidre sonrası Arvit öncesi yaşayanları Mişeberah ile, vefat edenleri ise Aşkava ile anmak gelenek idi. Bu gelenek yakın zamanlara kadar sürmüştür.

Tepekule Höyüğü(Bayraklı)

Kentin başlangıcı hakkında bugün Bayraklı semtinde yer alan ve Tepekule olarak bilinen ören yerinin, eski İzmir'in kuruluş yeri olduğuna pek şüphe bulunmamaktadır. Burasının kuruluş yeri olarak seçilmesi, dışarıdan gelecek saldırılara karşı savunma kolaylığı sağlamasındandır. Kuruluş yerinin tercihinde öne çıkan faktörlerin başında güvenlik kadar ticari aktivite de belirleyiciydi. Bir yarımada üzerinde bulunuşu, kente doğal bir liman imkanı sağladığından, deniz ticaretine uygun ortam hazırlıyordu.

Bayraklı'da yapılan kazılarda elde edilen buluntular, İzmir'in kuruluşunun İ.Ö. 3000 yıllarına kadar indiğini göstermektedir. Bugüne kadar yapılan çalışmalarda, kentin ızgara planlı, yani birbirini dik kesen sokaklarla örülü bir yapıda olduğu anlaşılmıştır.

TANTALOS

Zeus'un oğlu kral Tantalos tanrılarla sofraya oturabilen tek ölümlü imiş. Tanrıları sofrasına buyur edermiş. Bu durumdan öğle böbürlenmiş ki kendini tanrılardan üstün görmeye başlamış. Tanrıları insan eti yiyen yamyam durumuna düşürmek için öz oğlu Pelops'u kurban edip, sofraya sunmuş. Ama tanrılar, önlerinde duranın insan eti olduğunu anlayıp, el sürmeden masadan kalkmışlar. Kral Tantalos'u da cehenneme göndermişler. Tantalos, diz boyu berrak sularda durur, susayıp eğildiğinde sular toprağın içine çekiliverirmiş, acıkırmış ama başının üzerinde duran güzel meyvelerle dolu dallar elini uzattığında yükseklere çıkarmış.

Suyun ve yiyeceğin bolluğu içinde aç ve susuz kıvranıp dururmuş Tantalos. Bu işkencenin adı da buradan kalmış.